40,8729$% 0,77
47,8724€% 1,05
55,4954£% 1,01
4.408,47%0,01
3.335,74%0,03
10.870,57%0,43
16 Ağustos 2025 Cumartesi
Türkiye’nin en büyük felaketlerinden biri olan Marmara Depremi’nin üzerinden 26 yıl geçmesine rağmen, depremzedelerin yaşadığı acılar tazeliğini sürdürüyor. Bu trajediyi deneyimleyenlerden biri, 32 yaşında iken depreme maruz kalan ve ailesinden 12 kişiyi kaybeden 58 yaşındaki bir birey. Onun hikayesi, kaybın ve yıkımın nasıl unutulmaz bir iz bıraktığını gözler önüne seriyor.
17 Ağustos’ta deprem ile tanışan Güler, 45 saniyenin sonsuz gibi geldiğini ifade ediyor. Depremin ardından sokağa çıktıklarında karşılaştıkları manzara ise akıllarından bir türlü silinmiyor. “Sokağa çıktığımızda her yerin yıkıldığını, toz bulutlarıyla kaplı olduğunu gördük. Yıkıntılar arasında yürüyerek ailemin yaşadığı bölgeye gitmeye çalıştım. Gittiğim her ev yıkılmıştı; özellikle küçük kardeşimin evi çok kötü tahrip olmuştu,” diyor.
Günler boyunca enkaz başında bekleyen Güler, yaşadığı duyguları şöyle paylaşıyor: “Yapı malzemelerim sayesinde her gün yıkılan binaya gidip, ‘Bugün çıkar mı?’ umuduyla bekliyorduk. Yeğenim henüz 5 yaşındaydı ve onun çıkmasını umuyordum. Ancak ne yazık ki o da bulunamadı,” diyerek gözyaşlarını tutamıyor.
17 Ağustos gecesine dair anılarını paylaşan Güler, deprem anında hissettiklerini anlatıyor. “Deprem tecrübesizliğimiz nedeniyle çok korktuk ve ne yapacağımızı bilemedik. Elektriklerin kesilmesi ile birlikte korku daha da arttı. Yıkım sesleri gelmeye başladığında, durumun ciddiyetini anlamak zor olmadı,” şeklinde belirtiyor.
Kardeşinin ve ailesinin cenazelerinin yedinci günün sonunda bulunduğunu aktaran Güler, olayı duygusal bir dille anlatıyor. “Ellerimle çıkardığımızda, yaşadığım acıyı kelimelerle anlatmak imkansız. Sonrasında cenazeyi yıkamak mümkün olmadı; ‘Bu cenaze yıkanmaz’ dediler. Bu durum, hatıralarımızda derin yaralar açtı,” şeklinde ifade ediyor.
Deprem sonrası çadır kentte yaşarken kendisini işe vererek acısını dindirmeye çalıştığını söyleyen Güler, buna rağmen yaşadığı psikolojik zorlukların baş edilemez olduğunu da vurguluyor. “Çadırda olmak beni bunaltıyordu. ‘Başın sağ olsun’ sözü bile, zamanla bıkkınlık vermişti. İşe giderek kafamı dağıtmak istiyordum,” şeklinde ekliyor.
17 Ağustos’un kendisi için asla unutulmaz bir gün olduğunu söyleyen Güler, “Ağustos ayını sevmiyorum. Bu dönemde yaşadıklarımızı hatırlamak çok zor,” diye ifade ediyor. Duygularını paylaşırken, düşündükçe acısı bir kez daha tazeleniyor.
“Biz mi kurtulduk, ölenler mi kurtuldu acaba?” diye sorgularken, aynı acıların bir daha yaşanmaması dileğinde bulunuyor. “O gece, kardeşimin evinin önünde, güneş doğarken, yaşadıklarımı sorguluyordum ve bir tür isyan duygusu içindeydim,” sözleriyle bir dönemin izlerini aktarıyor.
Giresun Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Afet Yönetimi Anabilim Dalı’ndan bir uzman, çöp kirliliğinin yalnızca yerel değil, küresel bir problem olduğunu vurguladı. Uzman, “Bulunduğumuz yer, çöp biriktirme noktası haline gelmiş durumda. Bu durum hem karaları hem de denizleri kirletiyor. Çöplerin büyük bir kısmı Karadeniz’e taşınıyor. Özellikle plastikler doğada binlerce yıl kalabiliyor ve bozulma sürecinde mikroplastiklere dönüşüyor. Balıklar bu mikroplastikleri yiyor ve biz de onları tükettiğimizde mikroplastiklere maruz kalıyoruz” şeklinde konuştu.
Yılların birikmiş bir sorununu günümüzdeki imkanlarla çözebileceğine dikkat çeken uzman, “Denizleri kirletmemek son derece önemli. Sıfır kirlilik hedeflenmeli. Sokaktan çöpleri alıp buraya atmak doğru bir yaklaşım değil. Buradan da denize atılıyor. Bu atıkların gruplandırılıp geri dönüşüme kazandırılması gerekiyor. Giresun Adası, Karadeniz’in yaşanabilir tek adası olarak bu çöp yığınına bakıldığında çok önemli bir konumda. Bu çöp, günümüzün değil, yılların sorunu; ama günümüzde çözüme kavuşturulabilecek bir durum. Bu alanın çöp toplama noktası olma statüsünden çıkarılarak yeşil alan olarak korunması gerekiyor.” ifadelerini kullandı.
Denizlerdeki kirliliğin yalnızca deniz canlıları üzerinde etkisi olmadığını, bunun yanı sıra insanların sağlığı ve atmosfer üzerinde de doğrudan olumsuz etkileri bulunduğu belirtildi. Uzman, “Deniz altında farklı şeyler meydana geliyor. Aslında bir ekolojik denge mevcut. Bu denge bozulduğunda soluduğumuz hava bile olumsuz etkileniyor. Dünyanın herhangi bir bölgesindeki bir kişi bile bu kirlilikten etkileniyor. Denizlerdeki en küçük canlılar, yani planktonlar, deniz yaşamının temelini oluşturuyor. Planktonlar olmadan diğer deniz canlıları beslenemez ve türler azalır. Bu, ekolojik dengenin bozulmasına yol açıyor. Planktonlar, hem bitkisel hem de hayvansal özelliklere sahip, oksijen üretir ve karbondioksiti tüketir. Soluduğumuz havanın yarısı denizlerden gelir. Bu planktonların azalması, dünya üzerindeki oksijen seviyesinin düşmesine, karbondioksit seviyesinin artmasına sebep olur. Bu da sera etkisine ve küresel ısınmaya yol açmaktadır.” şeklinde ifade etti.
Bir yerel muhtar, Giresun’un popüler plajlarından birinin, son 20 yıldır vahşi çöp depolama alanı olarak kullanıldığını belirtti. “Bu bölge, çocukluğumuzda halkın piknik yaptığı ve eğlendiği bir alan iken, şimdi bir çöp ve moloz yığınına dönüştü. Strafor parçaları deniz canlıları tarafından yiyecek zannedilip tüketiliyor ve bu durum ölümlerine yol açıyor. Hem kötü bir koku yayılıyor hem de çevresel zararlar oluşuyor. Yıllardır bu alanın temizlenmesi için çeşitli girişimlerde bulunduk. Devletimizden buranın eski haline getirileceği yönünde beklentimiz var.” dedi.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü yetkilileri, alanın uzun yıllar vahşi çöp depolama noktası olarak kullanıldığını, evsel atık dökümünün günümüzde durduğunu ancak zaman zaman moloz atıklarının bırakıldığını belirtti. Ayrıca, çöplerin denize karışmasını önlemek amacıyla sahil boyunca tahkimat çalışması yapıldığı bildirildi. Ancak buna rağmen, çöp atıklarının denize karışması ve döküldüğü anların görüntülenmesi dikkat çekiyor.
İstanbul’da, Asayiş Şube Müdürlüğü Hırsızlık ve Yankesicilik Büro Amirliği ekipleri, Beyoğlu, Beşiktaş, Şişli ve Kadıköy’de gerçekleştirilen hırsızlık olaylarına yönelik çalışma başlattı. Bu olaylarda toplamda 8 evden önemli miktarda para ve ziynet eşyası çalındığı belirtildi.
Ekipler, güvenlik kameralarını inceleyerek, 4 kadının yanlarında getirdikleri özel kartlarla dairelerin kapısını açtıklarını keşfetti. Hırsızlık eylemini gerçekleştirdikten sonra ise, başka bir yerde kıyafet değiştirerek olay yerinden kaçtıkları tespit edildi.
Şüphelilerin adres ve kimlik bilgileri belirlendikten sonra, Beyoğlu’nda gerçekleştirilen bir operasyonla gözaltına alındılar. Gözaltına alınan şüphelilerden birinin çeşitli suçlardan 68, diğerinin 26, bir başkasının 24 ve son kişinin ise 21 kaydı olduğu öğrenildi.
Emniyetteki işlemleri tamamlanan kişilerin, çıkarıldıkları mahkemede tutuklanmalarına karar verildi. Ayrıca, şüphelilerin hırsızlık sonrasında bir iş yerinde kıyafet değiştirdikleri anlar güvenlik kameraları tarafından kaydedildi.
Adana’da, belediyelere yönelik yolsuzluk soruşturması kapsamında 5 Temmuz’da gözaltına alınan Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar’ın avukatı, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulundu.
Avukat, başvuruda, gözaltı ve tutuklama kararlarının Özgürlük Hakkı ihlali oluşturduğunu, Zeydan Karalar hakkındaki soruşturmada İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yetkisiz olduğunu, kısıtlama kararı ve tutukluluk incelemelerine avukatların çağrılmamasının hukuka aykırı uygulamalar olduğunu belirtti. Bu durumun siyasi amaçlarla gerçekleştiği izlenimi yaratarak, Yetki Saptırması Yasağına aykırılık oluşturduğunu ifade etti.
Türkan Şoray, vücudun gereğinden fazla kortizon üretmesi sonucu ortaya çıkan ‘Cushing Sendromu’ ile mücadele etmişti. Bu hastalık nedeniyle yaşadığı aşırı kilo alımı, onun için zorlu bir süreç haline gelmişti. Ayrıca, ‘Cushing Sendromu’nun bir başka etkisi olan kemik erimesi nedeniyle de ayaklarında sorunlar yaşamaktaydı.
2014 yılında, aşırı kortizon üretiminin önüne geçmek amacıyla gerçekleştirdiği bir operasyonla ‘Cushing Sendromu’nu atlatan Türkan Şoray, bu süreç sonrasında 20 kilo vererek, sağlığına kavuşmayı başardı.
Türkan Şoray’ın kızı Yağmur Ünal, katıldığı bir etkinlikte annesinin sağlık durumu hakkında olumlu açıklamalarda bulundu. Ünal, annesinin sağlık durumu için; “Durumu gayet iyi, en iyi formunda, çok şükür” ifadesini kullandı.